Hangi konular ilginizi çekiyor?:

Hangi meslek grubuna dahilsiniz?:

AKTÜEL

Blog yazıları ve söyleşiler

Mimarlığın Niteliğini Toplum Belirler

Mimarlığın Niteliğini Toplum Belirler

Sözünü sakınan bir kişi hiç olmadım, yazarken de öyle. Gerçekte mimarlığın niteliğini toplum belirliyor. Bunun için doğruyu bilmeliler.

Sayın Cengiz Bektaş, mimar, şair, yazar sıralaması doğru mu? Neden mimarlık, sizi bu mesleğe yönlendiren temel etken neydi?

Bu sıralama şöyle olabilir: Yazar, şair, mimar... Aslında ben bunları ayırt edemiyorum. Çünkü 15 yaşımdan beri yazıyorum. Aslında yazı yazmam yazıya eğilimli olduğumdan ya da yazmak istediğimden değil. Bir konu var ortada anlatmam, paylaşmam gerekiyor, anlatabilmek için yazı yazmayı seçtim. Anı yazıları 16 yaşımda Yunanistan gezimden sonradır. Deneme türünde ilk yazımı askerdeyken yazdım. Ankara’da Etimesgut’ta askerlik yaptım. Bir gece -26 derecede nöbet tutturdular, (hasta) oldum. Sayrılar evinde (hastanede) ne kitap, ne de başka bir şey yok. Nöbetçi erden kağıt, kurşun kalem istedim. Başladım yazmaya. Konum şuydu: Kentinizin ortasına koca bir kule dikiliyor, hiç birinizden ses çıkmıyor. Siz ne biçim kentlisiniz. Anlamca bunları dile getirdim. Yazım, o dönem ressam Adnan Turani’nin yayınladığı “Sanat ve Sanatçılar” dergisinde yayınlandı. Adnan Turani dedi ki yazın ile ilgili güzel tepkiler aldık, yazmayı sürdürür müsün? Mimarlık konusunda yazmam böyle başladı. Yazmak istememden ötürü değil anlatacaklarımı kitleye yaymak, ulaştırmak, o konuda bir inanç oluşturmak içindi. Sözünü sakınan bir kişi hiç olmadım, yazarken de öyle. Gerçekte mimarlığın niteliğini toplum belirliyor. Bunun için doğruyu bilmeliler.

110 yapıtım var, daha yolda olanlar var. Bunlar, kime ne anlatacağımı bilerek yazdığım yapıtlar. Çünkü anlamıyorsa, anlatamıyorsun demektir. Bir kitabımın adı da bu. Anlatabilmek zorundayım. Dil çok önemli... Bundan 40 yıl önce yazdığım bir yapıtın bugün bir sözcük bile değiştirmeden basılabilmesi çok önemli bir olay.

Mimarlığın duayeni olarak tasarım felsefiniz hakkında bilgi alabilir miyiz? Kusursuz bir mimari tasarım var mıdır?

Kusursuz hiçbir şey olmaz. Bir şeyleri yanlış yapabilirsiniz, yanlış yapmaktan korkmayacaksınız, başka türlü ilerleyemeyiz. Ben size göre elbise dikersem öyle bir elbise dikeyim ki herkese uygun olsun. Böyle bir şey olası mı?

Önce insanınızı tanıyacaksınız. Başka bir yerde uygulanan yapım yöntemini buraya getirmek gereç, yapım yöntemi açısından ancak sizin buradaki koşullarınıza uygunsa olabilir. Ben o yüzden mimarlığa başlamadan önce kendi kendime bir izlence yaptım: Ben şunları incelemeliyim. Bunların biri halk yapı sanatıydı. Halk burada yapıyı nasıl yapıyor. Bir anımı anlatayım; Malatya ile Kayseri arasında kerpiçten yapılmış bir ev gördüm. O denli güzel ki bunu kim yaptı diye sordum. Bizim Mehmet Bey yaptı dediler. Mehmet Bey’i çağırdılar, geldi. Emekli bir öğretmen... Neden bu yapıyı böyle yaptığını sordum. “Yer bunu verdi” dedi. Yer benim için Anadolu... Gerçekten onun yapı teknolojisini, yapı istemlerini, göreneklerini bilmek zorundayım. Bu yüzden ben her şeyde nönce insanımı tanımak zorundayım. Tam ona göre mi yapacağım? Elbette hayır...Onun geleceğine göre yapacağım.

Gereç (Malzeme) konusunu çok önemsediğinizi anlıyoruz. Modern yapı teknolojilerinin yapılarda bu denli yoğun kullanıldığı günümüzde sizin malzeme yaklaşımınızı biraz daha açabilir miyiz?

Örneğin kerpiç... Bu çağda kerpiçle yapı yapın demiyorum. Ama
diyorum ki; yeni bir gereç kullanacaksanız, bunun nitelikleri en az kerpiçin niteliklerinde olmalı. Nedir bunlar; radyo aktif değil, nemi dengeliyor, dolayısıyla ortamın ağusunu alıyor... Ölçülendirilmesi bir norma göre yapılmış, herkesin kullanabileceği boyutlarda yapım yöntemi geliştirilmiş. Bir duvar örmek için başlangıçta üç kişi çalışıyor, iki kişi gereci taşıyor. Çünkü 70-80 cm uzunluğunda. Birisi de duvara harcı koyuyor, gereci yerleştiriyor. Bunun böyle uygulandığını arkeologlar bile bilmiyorlar onlar kazdıkları zaman çıkan gerecin, çıkan yöntemin ne olduğunu mimarca değerlendiremiyor olabiliyorlar. Yeni bir gerece nasıl bakacaklar, ne arayacaklar onu bilmiyorlar. Örneğin diyelim ki; betonla 70 cm bir duvar yapacaksam ısı yalıtımı açısından bunu tuğlayla 35 cm ölçüsüne düşürebiliyorum ama Ytong ile 15 cm ölçüsüne dek düşürebiliyorum. Benim eski evlerimin statiğini halen çözebilmiş değiller. Taşıyıcı yüzeyleri bilmiyorlar.

Genelde gereç seçimlerim şöyle oluyor. Yapıyı yaptığım yörede elde edebileceğim gereci arıyorum. O yörede ulaşabileceğim yapım yöntemi ile yapmaya çalışıyorum. Çünkü baktım ki yapılar çok çabuk eskiyor. Çünkü ayrıntı (detay) bilmiyorlar. Yapıda toz birikiyor. Bir yapıda üç yılda bir badana ya da temizlik gereksinimi oluşuyorsa, seçilen gerecin de, teknolojinin de bir anlamı yok. Ben öyle bir gereç bulmalıyım ki o gereci kullandığımda yapıya 10 yılda bir bakım yapmak durumunda olayım.

Türkiye’de yapıların yaşam süreleri ortalama 25 yıl... Ve o yüzden Ankara yalnızca Cumhuriyet dönemi içinde 3 kez yıkılıp, dört kez yapıldı. Bu tutumluluğa aykırı bir durum, yapı fiziğini bilirseniz durum biraz daha değişik olabiliyor. Yapı fiziğini, doğal koşulların yapıyı nasıl etkileyeceğini bilmek çok önemli...

Ben gereç ararken uygulamasının hızlı olmasına önem veriyorum. Örneğin bir fabrika yapısı yapıyoruz. Bu fabrika en fazla 25-30 yıl aynı teknoloji ile etkinliğini sürdürebilir, sonra kesinkes birtakım gelişmeler yaşanır ya da el değiştirebilir. Yeni bölümler eklenmesi gerekebilir. Bunu sağlayabileceğimiz en doğru gereçlerden biri Ytong’dur. Türkiye’de Ytong’u ilk kullanan insanlardan biri benim. Bu konuda başıma gelen bir şeyi anlatmak isterim. Bir fabrika yapısı yaparken bütün yapıyı 3,5 m açıklıklar ile oluşturdum. Çünkü o dönemde Ytong taşıyıcı panellerin ölçüleri öyleydi. Fabrikayı onlarla yaptım. Fabrika yıllar sonra işlevini tamamladığında yaklaşık yarım yüzyıl sonra satışa çıkarıldı. Satın alan kişi, ben bu denli değerli bir yapıyı, teknolojiyi yok edemem diyerek yapıya yeni bir işlev kazandırana dek koruyor. Bu nedenle ben Ytong yetkililerine gerecinizin özelliklerini en iyi siz bilin, uygulama sorumluluğunu da siz duyun, uygulama aşamasını denetleyin diyorum.

Ytong’u sıvamak demek Ytong’u tanımamak demek çünkü Ytong’un içinde patlatmayla hava boşlukları elde edersiniz, sıvadığınız zaman boşlukların bir bölümünü kapatmış olursunuz, soluk almasını engellersiniz.

Ben Ytong’u çok değişik yöntemlerle kullandım. Örneğin eğrisel bir biçimi çözmek için yatay değil dikey uyguladım. Depreme karşı güveni artırabilmek için Ytong’un içine boydan boya kanal açarak içinden inşaat demiri geçirdim. Her taraftan, hem çekmeye, hem basınca dayanacak duruma getirdim. Bunlar hep yeni uygulamalardı. Ytong ile bir yapıya eklemleme yaparken kırmaya hiç gerek kalmayan büyüyebilen ev çizdim... Gereç yaratıcılığa açık olduğunda bunları yapabiliyorsunuz.

Benim işliğimde her zaman bir gereç bölümü olurdu. Şu gereci kullanacağız dediğimde o gereçle ilgili her türlü bilgiye ulaşırdık. Bu çok önemli... Peki bugünkü durum ne? Şimdi bunu yapamazsınız, çünkü her şey dışarıdan geliyor, dolayısıyla gereç ile ilgili bütün ayrıntı bilgisi de dışarıdan geliyor. Gereci getiren de çoğu zaman gerecin kullanım alanını, bizim yöremize uygunluğu konusunda yeterince bilgili değil. Ben yöremin yapım yöntemini iyi bileceğim, nerelerde eksik kaldığını iyi bileceğim, onları çözümleyecek biçimde davranacağım.

Son zamanlarda şehirlerimizde yapılan yapılarda mimarlar tarafından bir form arayışının söz konusu olduğunu fark ediyoruz. Bunun nedeni sizce nedir?

Biçim arayışının nedeni yalnızca malını çabucak satabilmek. Bir anlamı varsa insana, kente getirdiği bir fayda varsa yap, ben de seni destekleyeyim. Çünkü doğru bir uygulama diyeyim öyle bir şey yok yalnızca parasal kaygılar...

Birkaç bin yıllık mimarlık çözümlerine baktığımızda görüyoruz ki; çözüme önce içten başlanıyor. Doğru çözümlenen iç oylum kendi biçimini alır. Günümüzde ise önce biçimi belirliyor sonra da içini doldurmaya çalışıyoruz. Gökdelende konut yapıyorlar örneğin. Gökdelende konut olur mu? İnsan yeryüzünden ne denli uzaklaşırsa, o denli insanlıktan uzaklaşır.

Türk Dil Kurumu Projeniz Cumhuriyet Mimarlığının en önemli 20 binasından biri olarak belirlendi. Bu yapıyı o kadar özel kılan neydi?

Benim yapılarımda yapının Anadolu’da yapıldığı belli olur. Örneğin medresede nasıldır, bütün odalar bir oylumun çevresindedir, hepsi bu ortak oyluma açılırlar. Türk Dil Kurumu Binası’nda da bütün katlarda odalar ortak bir oyluma açılıyor. Gereç seçimleri çok önemlidir, ‘deli kızın çeyizi gibi’ biraz ondan, biraz bundan, şu da olsun değil. Kullandığınız gerecin yapının bulunduğu yörenin iklimiyle örtüşmesi gerekir. Gereç de yaşayan bir şeydir. Kayseri’den çıkardığınız bir taşı Bodrum’da kullanamazsınız, yanlış olur. Taş da yaşayan bir şeydir. Ahşap soluk alır. Badana için en iyisi kireçtir çünkü soluk alır. Günümüzde uygulatamazsınız... Bütün bunlar doğaçtan, doğaldan çözümlenmiş biçimiyle ortaya çıktığında yapıda yaşayanlar kendini iyi duyumsar. Ben de yapılarımda insanların kendini iyi duyumsamalarını istiyorum. TDK Binası’nda bütün çalışanlar bir oyluma doğru bakar... Oylum ayrıca kendi içinde bir yerden açılır ve TDK’nun eski yapısında çalışanları görür biz yalnızca burada çalışan 55 kişi değiliz. Burada bir aile var, duygusunu yaşar. Gereç olarak ise; beton; duvarlar, kapılar, diğer her şey ahşap. Bir de cam... Kısacası 3 gereç kullandım. Böylece en azla en çoğu anlatmış oluyorsunuz. Ankara’da o dönem yapılar Atatürk Bulvarı’na bakmazdı. Çünkü orası Batı yönüydü. Sen bunun için buradasın batı cephesine nasıl bakılacağını bilmen gerekiyor. Çünkü Ankara’nın en önemli caddesine sen arkanı dönersen, oraya kapalı olursan her şeyden önce insana saygısızlık etmiş olursun. Türk Dil Kurumu Binası batı yönüne bakar. Her kat 15 cm alttakinden taşmıştır. Oradan süzgeçle hava gelir ve yukardan çıkar, batıda çalışmanın hiçbir zararı yoktur.

2012 yılında yürürlüğe giren Afet Riski Altındaki Alanların dönüştürülmesi konusundaki mevzuat ve o tarihten günümüze kadar yaşanan kentsel dönüşüm sürecini bir de sizin değerlendirmenizi istesek.

Kentsel dönüşüm tam bir para tuzağıdır, hiçbir biçimde karşı çıkamıyorsunuz. Bütün Kadıköylüler göğüs sayrılığı (hastalığı) yaşıyor bugün. Çünkü toz yutuyorlar sürekli. Kimseyi ilgilendirmiyor, yapıyı yapan kişinin, ne kadar para kazanacağından öte başka bir tasası yok. Doğrusu ne olmalıydı? Bu yapılar yapılırken, alanla insan sayısı arasındaki doğru orantıdan yola çıkarak, artısıeksisi düşünülerek bir “emsal” değeri verilmeliydi. Bu emsal aşılmamalıydı. Ben inşaat mühendisi arkadaşlarıma soruyorum, onların söyledikleri daha önce yapılan yapıların bugün yapılanlardan daha sağlam olduğu yönünde. Yani bir aldatmaca var. Kartal’da yaşanan son olayı biliyoruz. Ne oldu? Dururken çöktü bina, deniz kumuyla beton döküyorlar. Ben deniz kumuyla beton yapmak zorunda kaldığım zamanlarda yapım alanına bir kum yıkama tesisi yapıyorum.

Cengiz Bektaş deyince Kuzguncuk, Kuzguncuk deyince siz akla geliyorsunuz... Aranızdaki bu sıkı bağ nasıl oluştu?

İnsanlarla birlikte çözüyorsunuz her şeyi. Büyükler, erkeklerle değil çocuklarla başlıyorsunuz. Çünkü bir çocuk asla ‘Öküz altında buzağı aramaz.’ Sonra anneler katılıyor. Kuzguncuk’ta çocuklar ile bir duvar boyama çalışması yaptık, aradan bir süre geçti; bir grup anne biz de duvar istiyoruz diye geldiler. Benzer çalışmaları Muğla’da ve Üsküp’te de denedim. İnsanları birbirinden Ermeni, Kürt, Türk, Rum vb. diye ayrıştırmadığınızda, insanca yaklaştığınız, onlar arasında hiçbir ayrım yapmadığınızda, onlar da bunu yaşadıklarında, eğer bağnaz değillerse, bundan mutluluk duyuyorlar. Kuzguncuk böyle bir yer.

Onarım konusu örneğin, yalnızca fiziksel bir şey değildir, onarım insanlar arasındaki ilişkilerin onarımıdır. İşte Kuzguncuk. Ama yarı aydın takıma çok şaşırıyorum, çünkü onları düzeltemiyorum. Kuzguncuk’a 40 yılını veren, üstelik hep geri çekilerek bir şeyler yapan biriyim. 40 yıl sonra Kuzguncuğa yarı aydınlar geldiler, 60 tane kafe açtılar. Cumartesi, Pazar günleri sokağa çıkamaz olduk. Bilgi de yok... Üstelik çok araba var burada çözüm olarak otopark yapalım diyorlar. Otopark yaptığınız zaman arabaları çağırmış oluyorsunuz. Bir sorunu çözmek yerine daha büyük sorun yaratıyorsunuz. Otomobile karşı hiçbir ön yargım yok ama otomobili insanca kullan, ya da toplu taşıma aracını kullan.

Bütün gelişmiş kentlerde kentin ortasına araba ile girmek için önemli bir para ödemek zorunda kalırsınız. Tokyo’da eğer bir araba satın alacaksanız size önce park yerin var mı? diye sorarlar. Selanik’te size ayrılmış bir otopark alanı vardır; bir yabancı gelip oraya park ederse ceza öder. Ben İstanbul’da 10 yıldır araba kullanmıyorum. Doğan Kuban hep dalga geçer insanlarla hala mı araba kullanıyorsun diye... Çünkü gerçekten yapılacak iş değil. Ne pencereyi açabiliyorsunuz egzoz gazından ne de ilerleyebiliyorsunuz. Ağulanıyorsunuz. İnsanlar hastalanıyorlar, ayrımında değiller. Bunun neden olduğu üzerinde de düşünmüyorlar. Ben benim insanıma göre çözüm ararsam gerçeklere ulaşıyorum ve gerçek sorunları çözmek durumunda olduğumuzu öğreniyorum.

Eviniz çok güzel. Geçmişi hakkında bilgi alabilir miyiz?

Bu ev Osmanlı döneminden, o zaman için dünyanın sayılı Ud ustası Onnik ustanın evi. Ama benim de yaşamıma çok uyuyor. Açık mutfağımız var, önünde bahçemiz... Eşimle birlikte sabahları çiçeklerimizi izleyerek çayımızı içiyoruz. Yanımız işliğimdi, 84 yaşımda artık işlik işletmeyi bırakayım dedim. Kapatmamın nedeni yaşım... Artık çalışacak arkadaş bulamamam, çünkü eğitim dibe vurdu. Bu her dalda böyle... Tıpta da öyle mimarlıkta da... Ama özellikle mimarlıkta 3 yıl uğraşıyorum bir yere dek getirebiliyorum. Daha öteye gitmiyor çünkü altyapı yok. Tam işliğimi kapattığım günlerde neredeyse ayarlanmış gibi Muğla’dan bir çağrı aldım. Müze yapmak için görüşmek istediler. Ben de dedim ki, geleceğim Muğla’ya sizinle konuşacağım. Benden eğer küçük bir Louvre Müzesi ya da British Museum istiyorsanız bunu yapmam, size bir liste veririm oradan anlaşabildiğiniz mimar ile çalışırsınız. Hayır dediler, sizin düşüncelerinize göre bir müze yapmak istiyoruz. Tam olarak anlayabilmek için, neymiş benim düşüncem diye sordum. Başkan dedi ki; ‘halkımın tarihi benim tarihimdir, bu kültür kazanının içinde eriyen de eriten de benim’... Bunlar Sabahattin Eyüboğlu’nun sözleri. Şaşırdım elbette. Biz yalnızca plan, proje ya da uygulama hizmeti istemiyoruz. Çalışacak olanların eğitimini de sizin vermenizi istiyoruz dediler. Şu anda 4 arkeolog gençle birlikte oradaki çalışmamı yürütüyorum.

Yayınlanma Tarihi: 5/17/2019


Bu konu hakkında daha fazla bilgi:

#Söyleşi
;